Ana içeriğe atla

Kafka, işine bak kaaaarşim.. Dönüşüm bizden sorulur

 

    Anımsayabildiğim en küçük yaşımda, tam olarak bilmiyorum, babamın koluna yatıp dinlediğim, uyuyup kaldığım için sonunu hiç öğrenemediğim o hikaye; Küçük Kara Balık.

Adımdan da anladığınız üzere, sol görüşlü öğretmen anne babanın, sürgün edildikleri köylerde büyüyen çocuğuydum ben. Dağ köylerinin birine annemi, birine babamı sürerler, ben babam gelecek mi diye, her Cuma camdan bakma mesaime başlardım. Babamın gelebildiği hafta sonları, ufak çaplı bayramlar kutlanırdı çocuk kalbimde. Ve geldiği akşamlar uyuyana kadar yanında yatmak gibi bir lükse sahiptim, o dağ başının izbe köy evinin gaz lambalı fakirliğinde.

       İşte babam her  geldiğinde, kendimi bildim bileli bir hikaye anlatırdı bana; çocuk bir balığın içinde yüzüp durduğu dereden başka yerleri keşfetmek istemesinin hikayesi.  Sonunu öğrenmek için okumayı öğrenmeyi beklemem gereken, okuduğumdan beri en sevdiğim, yazarının diğer kitaplarını da su gibi içtiğim kitap; Küçük Kara Balık. Kendi kendisinin efendisi olmayı seçen ve keşfetmekten, ilerlemekten asla vazgeçmeyen, iflah olmaz bir anarşistin hikayesiydi ilk okuduğum hikaye.

    Herkesin o çok övdüğü Küçük Prens’i falan sevmedim ben. Çünkü o küçücük balığın, dev bir merakı vardı dünyanın geri kalanına karşı. Çünkü o balık, var olanı kabul edip haline şükrederek yaşayanlardan farklıydı. O balık, herkesin insanca yaşaması hayaliyle devrim yapmak isteyen ailem ve arkadaşlarıydı. O balık, kapkaranlık tek göz odalı dağ köyünün bir evinde, babasını bekleyen ve hayatın bu olmadığının, içten içe farkında olan o çocuktu. O balık, isyan edip, kendi doğrularının peşinden giderken, başına gelen tüm olumsuzluklara, önüne çıkan tüm engellere, kendisine kabullenmesini söyleyen tüm varlıklara rağmen, o yola çıktığı için asla pişman olmayan bir kahramandı. Üstelik, birilerinin değil, sadece kendisinin kahramanıydı.

     Yakın zamanda bir eğitimde, Nevzat Hocamdan öğrendiğim ama şu an bu satırları yazarken fark ettiğim bir şey yaptı o kitap belki de bana; beni dönüştürdü. Beni, doğrularımın peşinden giderken, yaptığım seçimlerin sadece bana ait olmasını isteyen birine dönüştürdü. Beni, durmadan ilerlemekten korkmadan, dogmalara inat, şükredenlere inat, daha iyiyi, daha güzeli keşfetmeye çalışan birine dönüştürdü. Camdan babasını bekleyen o kız çocuğunu, “niye bekleyeyim ki, çıkar babama giderim kendim” diyen,  “Yapamazsın” diyenlere gülüp geçip, “yapamasam da yapmayı denemekten asla vazgeçmeyeceğim” diyen bir kadına dönüştürdü. Sonu olmadığını bildiğim o bilgiyi arayan bir insana dönüştürdü hatta.

    Bugün bir anne ve bir öğretmen olarak, çocuklarıma, öğrencilerime hatta arkadaşlarıma bir kitap hediye edeceksem aldığım ilk kitap oldu Küçük Kara Balık. Belki onlar dönüşmezler, hatta sevemezler bile bu kitabı ama okudukları bir yerde kalır. Belki bir gün, “Gezi Parkı” savunan Küçük Kara Balıklar olurlar ya da var olan düzene uymak yerine değiştirmek için küçük adımlar atan büyük Kara Balıklar olurlar. Okuduklarında yüzeysel olarak geçtikleri her cümle, belki bir gün dönüştüklerinde yazdıkları bir pankart olur, kimbilir?

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aşk, birini gözünüzde büyütebilme sanatı

Şu dünyalar çirkini Diego nasıl olup da hunharca sevilebilir?  Şekli şemali de çirkin elbet ama asıl soru ruhu bu kadar çirkin bir adam, böylesi bir sevilmeyi hak ediyor mu? Tamamen kişisel becerimize bağlı bir şey aşk..  Hormonal devinimlerden bağımsız düşünürsek, balonu ne kadar şişirebildiğimiz ya da şişirmek istediğimizle ilintili..  Sıradanı alıp muhteşeme çevirmek, o muhteşemliğe inanıp kendimizi Frida'ya, karşımızdakini Diego'ya dönüştürmek, bizim yeteneğimiz. Kimimiz çok yetenekliyiz, kimimiz sıradan.. Entelektüel olmakla falan da ilgisi yok bunun.  Tıpkı sarhoş olmak gibi; Rafta duran onlarca aynı şişe arasından birini seçmek, seçtiğimiz şişedeki şarabı içmek, bile isteye sarhoş olduktan sonra dünyanın en iyi şarabı olduğuna kendimizi inandırmak gibi. Oysa ki sıradan bir şaraptı o, rafta..  Tamamen isteyerek yaratılan bi imge.. Sıradan bi adamken, Frida'nın Diegosu yapabiliriz herkesi, bi kaç yudum alıp bırakabil...

Bana biçilen kaftandan sıkıldım! Bornozla gezicem ben!

40 yaş dönüm noktasıymış ya kadının hayatında.  Ben mecburi dönüş yaptım 37 yaşında.  Bana biçilen, incilerle, yakutlarla süslü kaftanım üzerimde, salınıp dururken sırça sarayımda, benden başka bi dünyada, hem de burnumun dibinde yaşanan aldatılmayla yüzleştim. Sindrella ne hissetti o araba bal kabağına dönüşünce, çok iyi biliyorum. Bi gün bi rakı masasında Sindrella ile otursak da laflasak " O bal kabağını yaratan perinin de amk!" serzenişlerini duyabilir yan masadakiler. Kesin ağlarız "Ah bacım neler hissettiğini anlıyorum" deyip de sarılarak. Velhasıl, yüzleşme hoş olmadı.. İncileri, yakutları hatta kürklü yakasının tüyleri bile döküldü kaftanımın. İmitasyon olduğunu farkettim dehşetle.. Vat iz matriks ulan! dedim, "evrekaaaaaaaaaaa" diye fırladım tepeme yıkılan sırça saraydan ve keşfettim kendimi. Kumaşını kendim dikmemişim, en ufak bir el emeğim yoktu o kaftanda anladım.  Sıyırdım attım.  Çıplaktım. Üşüdüm, uyandım.. Bekledim, biriktir...

Çıkar şu üstündeki pespayeliği, ne dediğin anlaşılmıyo

Öyle bir 6 yıl geçirdim ki, ya da 6 yıl bana öyle bi geçirdi ki, anlatmak ve hatırlamak istemiyorum, özellikle ilk 3 yılını.. Osmanlı bile benim gibi çökmemiştir ve kendi kendimin Atatürk'ü olup, kendi tarihimi baştan yazarken farkına varmadım önceliklerimi değiştirdiğimin.. Ağzıma sıçıldı ağzıma.. salıncak kurdular, gide gele sallana sallana, sıçtılar resmen.   Manevi acının bedene verdiği acıya inanmazdım, öğrendim. İçinden gele gele acıyorsun. Canını yaktığını bilsen de engel olamadığın, bir süre sonra mazoşistçe bir bağımlılık halini alan bi silsile şeklinde, kendi acından beslenip duruyorsun. Deriliğini bilmediğin bir suya kendini bırakıverdiğin, dibe batarken nefes alamadığın için ciğerlerinin acısını her zerrende duyumsadığın ve dibi görene kadar asla mukavemet etmediğin, tuhaf, huzurlu bir yolculuk bu.  Sonra bir şey oluyo, "bundan daha leş olamaz"deyip, dibe vuruyosun ayağı..  Yukarı çıkmak için üzerinde ne kadar ağırlık varsa bırakıyo...