Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Kafka, işine bak kaaaarşim.. Dönüşüm bizden sorulur

En son yayınlar

Çıkar şu üstündeki pespayeliği, ne dediğin anlaşılmıyo

Öyle bir 6 yıl geçirdim ki, ya da 6 yıl bana öyle bi geçirdi ki, anlatmak ve hatırlamak istemiyorum, özellikle ilk 3 yılını.. Osmanlı bile benim gibi çökmemiştir ve kendi kendimin Atatürk'ü olup, kendi tarihimi baştan yazarken farkına varmadım önceliklerimi değiştirdiğimin.. Ağzıma sıçıldı ağzıma.. salıncak kurdular, gide gele sallana sallana, sıçtılar resmen.   Manevi acının bedene verdiği acıya inanmazdım, öğrendim. İçinden gele gele acıyorsun. Canını yaktığını bilsen de engel olamadığın, bir süre sonra mazoşistçe bir bağımlılık halini alan bi silsile şeklinde, kendi acından beslenip duruyorsun. Deriliğini bilmediğin bir suya kendini bırakıverdiğin, dibe batarken nefes alamadığın için ciğerlerinin acısını her zerrende duyumsadığın ve dibi görene kadar asla mukavemet etmediğin, tuhaf, huzurlu bir yolculuk bu.  Sonra bir şey oluyo, "bundan daha leş olamaz"deyip, dibe vuruyosun ayağı..  Yukarı çıkmak için üzerinde ne kadar ağırlık varsa bırakıyo...

Anne, tiyatro oyunu yazdım ben

22 MART DÜNYA SU GÜNÜ TİYATRO METNİ SAHNE 1 Perde açılır Barkovizyona güneş resmi yansıtılır Yerdeki su damlaları uyanır. Sağa sola bakınıp gerinirler. 1.damla : hava sıcak olacak belli ki 2.damla : dün akşam neredeyse donup buz oluyordum 3.damla : toprak bizi neden emmedi acaba 4.damla : Görmüyor musun betonun üzerindeyiz.   Toprak mı var da emecek? 5.damla : Toprağa karışıp, çiçekleri, ağaçları, meyve sebzeleri besleyecekken şu halimize bak 6.damla : Beton üstünde donmayı ya da birinin gelip üstümüze basmasını bekliyoruz. 7.damla: oysa ki şimdi toprağa karışıp, yeraltı suları ile buluşabilirdik 8.damla:   Yer altından gidip, bir dereye karışıp, denize ulaşabilirdik 9.damla: Beton da iyice ısındı. Fenalık geldi bana sıcaktan 10.damla: Gerçekten çok sıcak 11.damla: Yeraltı suyu olsak, seri serin akardık 12.damla: Madem yerin altına inemiyoruz o zaman yukarı mı çıksak? 13.damla: Orası serindir 14.damla: offfff hiç üşenmiyor musun buharlaşma...

Aşk, birini gözünüzde büyütebilme sanatı

Şu dünyalar çirkini Diego nasıl olup da hunharca sevilebilir?  Şekli şemali de çirkin elbet ama asıl soru ruhu bu kadar çirkin bir adam, böylesi bir sevilmeyi hak ediyor mu? Tamamen kişisel becerimize bağlı bir şey aşk..  Hormonal devinimlerden bağımsız düşünürsek, balonu ne kadar şişirebildiğimiz ya da şişirmek istediğimizle ilintili..  Sıradanı alıp muhteşeme çevirmek, o muhteşemliğe inanıp kendimizi Frida'ya, karşımızdakini Diego'ya dönüştürmek, bizim yeteneğimiz. Kimimiz çok yetenekliyiz, kimimiz sıradan.. Entelektüel olmakla falan da ilgisi yok bunun.  Tıpkı sarhoş olmak gibi; Rafta duran onlarca aynı şişe arasından birini seçmek, seçtiğimiz şişedeki şarabı içmek, bile isteye sarhoş olduktan sonra dünyanın en iyi şarabı olduğuna kendimizi inandırmak gibi. Oysa ki sıradan bir şaraptı o, rafta..  Tamamen isteyerek yaratılan bi imge.. Sıradan bi adamken, Frida'nın Diegosu yapabiliriz herkesi, bi kaç yudum alıp bırakabil...

En son ne zaman?

En son ne zaman heyecanlandığımı anımsayacak kadar değişti hayatım.  Bundan 4-5 ay önce sorsa biri "en son ne zaman heyecanlandın?" diye uzun uzun düşünmem gerekirdi.  Bir hedefe doğru düz ilerleyen ve hiç bir duygunun yönümü değiştirmesine izin vermeyen bir ok gibi, her şeyi hızla geride bırakarak geçtiğim bir dönem bitti..  Şimdi çocuklarımın, dostlarımın, ailemin, havanın, suyun, zamanın, işin, aşın, çalışmanın, şiirin, edebiyatın yani gökyüzü ve yeryüzünün bana sunduklarının tadını alıyorum.  Üzülmüyorum pek.. Sinirlensem de geçiyo çabucak.  Bir derinlik sarhoşluğuna benzer, hülyalı ruh dinginliği..  Olmam gereken yerde olmaktan mı? Varmam gereken yere varmaktan mı?  Bilmiyorum. En son ne zaman heyecanlandığımı biliyorum ama. Bugün; yarın olacaklar için.. Neden heyecanlandığımı da; yaşamaktan..  Sahi, siz en son ne zaman, niye heyecanlandınız?

Bana biçilen kaftandan sıkıldım! Bornozla gezicem ben!

40 yaş dönüm noktasıymış ya kadının hayatında.  Ben mecburi dönüş yaptım 37 yaşında.  Bana biçilen, incilerle, yakutlarla süslü kaftanım üzerimde, salınıp dururken sırça sarayımda, benden başka bi dünyada, hem de burnumun dibinde yaşanan aldatılmayla yüzleştim. Sindrella ne hissetti o araba bal kabağına dönüşünce, çok iyi biliyorum. Bi gün bi rakı masasında Sindrella ile otursak da laflasak " O bal kabağını yaratan perinin de amk!" serzenişlerini duyabilir yan masadakiler. Kesin ağlarız "Ah bacım neler hissettiğini anlıyorum" deyip de sarılarak. Velhasıl, yüzleşme hoş olmadı.. İncileri, yakutları hatta kürklü yakasının tüyleri bile döküldü kaftanımın. İmitasyon olduğunu farkettim dehşetle.. Vat iz matriks ulan! dedim, "evrekaaaaaaaaaaa" diye fırladım tepeme yıkılan sırça saraydan ve keşfettim kendimi. Kumaşını kendim dikmemişim, en ufak bir el emeğim yoktu o kaftanda anladım.  Sıyırdım attım.  Çıplaktım. Üşüdüm, uyandım.. Bekledim, biriktir...

ZAMANI GERME KURUMU

Kırmızı Pijamalılar mutlu bir halktı. Toplumsal sorunların kökeninin bireysel sorunlar olduğunu anlayanlar tarafından yönetiliyorlardı. Bireysel sorunlarını çözmek için, yöneticileri tarafından kendilerine sağlanan olanaklardan faydalanarak, mutlu topluma adapte olabiliyorlardı. Kırmızı Pijamalılar Ülkesinde, birbirinden farklı kurumlar vardı. Kırmızı Pijamalılar’ın huzur ve refah içinde yaşamaları için hepsi ayrı ayrı görevler üstlenmişlerdi. Örneğin, “Zamana Yayma Kurumu”. Çok önemli bir kurumdu bu. Derdi, tasası kaldırabileceğinden fazla olanlar bu kuruma gelir, derdini tasasını uzun vadeli bırakırlar, kurum çalışanları, derdi tasayı itinayla zamana yayar, müşterilerin kaldırabileceği parçalara bölerdi. Böylece derdi, tasası hafifleyen Kırmızı Pijamalılar, daha verimli çalışır, daha mutlu yaşar, sorunlarına daha rahat çözüm bulacak zamanı kazanırlardı. Bir başka kurum “Etme Bulma Kurumu” idi. Ettiğini bulamayanlar, biri kendisine bir şey ettiğinde bulmasını isteyenler bu kurum...