Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ekim, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Aşk, birini gözünüzde büyütebilme sanatı

Şu dünyalar çirkini Diego nasıl olup da hunharca sevilebilir?  Şekli şemali de çirkin elbet ama asıl soru ruhu bu kadar çirkin bir adam, böylesi bir sevilmeyi hak ediyor mu? Tamamen kişisel becerimize bağlı bir şey aşk..  Hormonal devinimlerden bağımsız düşünürsek, balonu ne kadar şişirebildiğimiz ya da şişirmek istediğimizle ilintili..  Sıradanı alıp muhteşeme çevirmek, o muhteşemliğe inanıp kendimizi Frida'ya, karşımızdakini Diego'ya dönüştürmek, bizim yeteneğimiz. Kimimiz çok yetenekliyiz, kimimiz sıradan.. Entelektüel olmakla falan da ilgisi yok bunun.  Tıpkı sarhoş olmak gibi; Rafta duran onlarca aynı şişe arasından birini seçmek, seçtiğimiz şişedeki şarabı içmek, bile isteye sarhoş olduktan sonra dünyanın en iyi şarabı olduğuna kendimizi inandırmak gibi. Oysa ki sıradan bir şaraptı o, rafta..  Tamamen isteyerek yaratılan bi imge.. Sıradan bi adamken, Frida'nın Diegosu yapabiliriz herkesi, bi kaç yudum alıp bırakabil...

En son ne zaman?

En son ne zaman heyecanlandığımı anımsayacak kadar değişti hayatım.  Bundan 4-5 ay önce sorsa biri "en son ne zaman heyecanlandın?" diye uzun uzun düşünmem gerekirdi.  Bir hedefe doğru düz ilerleyen ve hiç bir duygunun yönümü değiştirmesine izin vermeyen bir ok gibi, her şeyi hızla geride bırakarak geçtiğim bir dönem bitti..  Şimdi çocuklarımın, dostlarımın, ailemin, havanın, suyun, zamanın, işin, aşın, çalışmanın, şiirin, edebiyatın yani gökyüzü ve yeryüzünün bana sunduklarının tadını alıyorum.  Üzülmüyorum pek.. Sinirlensem de geçiyo çabucak.  Bir derinlik sarhoşluğuna benzer, hülyalı ruh dinginliği..  Olmam gereken yerde olmaktan mı? Varmam gereken yere varmaktan mı?  Bilmiyorum. En son ne zaman heyecanlandığımı biliyorum ama. Bugün; yarın olacaklar için.. Neden heyecanlandığımı da; yaşamaktan..  Sahi, siz en son ne zaman, niye heyecanlandınız?

Bana biçilen kaftandan sıkıldım! Bornozla gezicem ben!

40 yaş dönüm noktasıymış ya kadının hayatında.  Ben mecburi dönüş yaptım 37 yaşında.  Bana biçilen, incilerle, yakutlarla süslü kaftanım üzerimde, salınıp dururken sırça sarayımda, benden başka bi dünyada, hem de burnumun dibinde yaşanan aldatılmayla yüzleştim. Sindrella ne hissetti o araba bal kabağına dönüşünce, çok iyi biliyorum. Bi gün bi rakı masasında Sindrella ile otursak da laflasak " O bal kabağını yaratan perinin de amk!" serzenişlerini duyabilir yan masadakiler. Kesin ağlarız "Ah bacım neler hissettiğini anlıyorum" deyip de sarılarak. Velhasıl, yüzleşme hoş olmadı.. İncileri, yakutları hatta kürklü yakasının tüyleri bile döküldü kaftanımın. İmitasyon olduğunu farkettim dehşetle.. Vat iz matriks ulan! dedim, "evrekaaaaaaaaaaa" diye fırladım tepeme yıkılan sırça saraydan ve keşfettim kendimi. Kumaşını kendim dikmemişim, en ufak bir el emeğim yoktu o kaftanda anladım.  Sıyırdım attım.  Çıplaktım. Üşüdüm, uyandım.. Bekledim, biriktir...

ZAMANI GERME KURUMU

Kırmızı Pijamalılar mutlu bir halktı. Toplumsal sorunların kökeninin bireysel sorunlar olduğunu anlayanlar tarafından yönetiliyorlardı. Bireysel sorunlarını çözmek için, yöneticileri tarafından kendilerine sağlanan olanaklardan faydalanarak, mutlu topluma adapte olabiliyorlardı. Kırmızı Pijamalılar Ülkesinde, birbirinden farklı kurumlar vardı. Kırmızı Pijamalılar’ın huzur ve refah içinde yaşamaları için hepsi ayrı ayrı görevler üstlenmişlerdi. Örneğin, “Zamana Yayma Kurumu”. Çok önemli bir kurumdu bu. Derdi, tasası kaldırabileceğinden fazla olanlar bu kuruma gelir, derdini tasasını uzun vadeli bırakırlar, kurum çalışanları, derdi tasayı itinayla zamana yayar, müşterilerin kaldırabileceği parçalara bölerdi. Böylece derdi, tasası hafifleyen Kırmızı Pijamalılar, daha verimli çalışır, daha mutlu yaşar, sorunlarına daha rahat çözüm bulacak zamanı kazanırlardı. Bir başka kurum “Etme Bulma Kurumu” idi. Ettiğini bulamayanlar, biri kendisine bir şey ettiğinde bulmasını isteyenler bu kurum...

İNSAN HALİL

Sabah yerinden sıçrayarak uyandı. Karısı Zeliha yanında uyuyordu. Saat 06:30’du. Bugün mesaisi yoktu ve her Pazar yaptığı gibi kahveye gidip arkadaşlarıyla okey oynayıp oyalanacak, akşam karısının pişirdiği bulgur aşını yiyecek, “su ısıt Zeliha” deyip halvet olup abdestini alıp uyuyacaktı. Nedense içinde bunları yapmak için hiçbir istek yoktu. Kalktı, oturma odasına gitti, sedire ilişti ve bir sigara yaktı. Önceki günü düşünmeye başladı. İşyerine gelen genç bir grup insan, personel müdürü tarafından çeşitli birimlerden seçilmiş 12 iş arkadaşından oluşan çalışanlarla, adına “drama” dedikleri bir uygulama yapacaklarını söylemiş, bunun için oyunlara katılmalarını istemişlerdi. “12 tane koca adam oyun mu oynayacak?” diye homurdanmış, dalga geçmişlerdi kendi aralarında. Neyse ki mesailerinden kesilmeyecekti çalışmadaki saatleri. O gençler gerçekten onlara oyun oynatmış, sonra tiyatro yaptırmışlardı. Hiçbirisi, ne ara oyunlarda eğlenip sonra tiyatro yapacak kadar bu işe dahil olduklarını...

Dibek

       “ Sana, birini severken nasıl öldüğümü anlatmış mıydım ?” dedi gülümserken. Karşısında merakla bakan bir çift genç göz vardı. İddialı gözler. Sanki “hayatı çok iyi biliyorum” dermiş bakışlı. Hayatın onu nasıl devireceğinden ve dibekte ezilen bir buğday tanesi gibi hiçleştireceğinden habersiz. Anlatacaklarından ne anlayacağından emin değildi ama anlatacaktı. Karşısında bir obje de otursa bugün severken ölüşünü anlatacaktı bir şeye, kararlıydı.         “ Bir zaman diliminde   -ki şu an net hatırlayamıyo rum- bir yerde rastladığım biri vardı. Biri diyorum, çünkü tek bir kişiyi sevmedim ama her sevdiğimde öldüm. Her neyse, biri vardı işte. İlk gördüğümde, bana biraz itici bile gelmiş olabilir, emin değilim. Ama bir nedenden aklımda kalmış olmalı ki yanından ayrıldığımda da hala aklımda olduğunun ayırdına vardım. Tekrar görme isteği birkaç zaman sonra dürttü beni. Kafamda bir anlam yüklemiştim ona ve o yük doğru ...

KÖTÜ KOKAR HAYAL KIRIKLIKLARI

Pazar günü, arkasından el salladı babasının, beraber aldıkları dergiyi minik elleriyle sımsıkı tutarak, sokakta kayboluşunu izledi. Bunu, kendini bildi bileli o kadar çok yapmıştı ki… Küçücük yüreğine, babası boyunda özlemleri tıkıştırır beklerdi gelişini, hafta sonları köy girişinde. Sonra tren rayları eklendi bu manzaraya; uzayıp giden iki ince paralel. Vagonların sadece yük ya da insan taşımadığını öğrenmişti yaptığı sayısız yolculuklarda. Ağlayan bir kadın taşırdı örneğin vagonlar. Kadının ne taşıdığını bilemezdi ama kimse. Ya da gülen sevgililer taşırdı bazen vagonlar; sevgililerin yüreğinde taşıdıkları sevgiyi bilemezdi diğer yolcular. Bazen sessiz yolcular taşırdı; o sessizliğin ağırlığı sanki tüm vagonlardan ağırmış gibi duran yolcular. Bazen kıpır kıpır insanlar olurdu vagonlarda; kavuşma heyecanları tüyden hafif gibi insanlar. Trenler onu annesi ile kardeşine götürürdü; gerçek yuvasına, ait olduğu eve. Evine giderken kıpır kıpır yolculardan olurdu. Güçlükle bastı...

Sana da öfkeliyim Nazım!

Eyvallah! yakışıklı adamsın.. Eyvallah! İnanılmaz bir şairsin.. Eyvallah! Ülkene hasret, sürgün senelere dayanmak çok zor.. Ama senelerce adını sayıkladığın Piraye yerine Vera'yı koymana öfkeliyim. 17 yaşında "bence şimdi sen de herkes gibisin" diye yazan bir adamın herkesleşmesini kabul etmemi bekleme benden.

Kafayı tiftiklemek

Sonbaharda tiftikçiler geçerdi mahalleden.. Yazın terli günlerinden kalan kokuyu, nemden yapışan pamuktan ayırmak için pamuklu yastıkları tiftik tiftik atarlardı bir çarşafın üstünde. Ruh terleyip, yapış yapış olduysa koşmaktan ne yapacağız? Bir çarşaf bulmalı önce.  Sermeli tertemiz..  Sonra tiftikçi bulmalı..  Koymalı ruhu ortasına çarşafın sere serpe, yanına belki bedeni de eklemeli..  Bırakmalı kendini hallacın vuruşlarına.. Ruh bi ferahlamalı, beden rahatlamalı ki kaldığın yerden devam edesin hayata.. Hallaç çekip gitse ne gam! önümüzde koca bir kış varken, hallaç mı dert olacak allasen..